
Yazar: Florian Henckel von Donnersmarck, Christopher McQuarrie ve Julian Fellowes (senaryo), Jérôme Salle (Anthony Zimmer'in yazarı)
Oyuncular: Johnny Depp, Angelina Jolie, Paul Bettany
Tür: Aksiyon|Dram|Macera
Yapım yılı: 2010
Süre: 103 dk.
Ülke: ABD
IMDb Puanı: 6/10
Çavlan'ın puanı: 1/5
Umut'un puanı: 1/5
Başrollerinde Angeline Jolie ve Johnny Depp'i buluşturan, bu nedenle aylardır heyecanla beklenen filmin vizyona giriş tarihinin tarafımdan hevesle takip edilmesinin nedeni, yönetmen koltuğunda oturan kişiydi: Das Leben Der Anderen'in yönetmeni Florian Henckel von Donnersmarck. (Tabii ki Johnny Depp de nedenlerden biriydi, inkar etmenin gereği yok.) 1984'ün Doğu Almanya'sında geçen leziz bir politik dram olan Das Leben Der Anderen'le birkaç yıl önce En İyi Yabancı Film Oscar'ı dahil pek çok ödül kazanan yönetmenin bir sonraki projesinin de çok ilgi çekici olacağı kesin gibiydi gözümde -özellikle The Tourist'i çekmek için dört yıl beklediğini düşünecek olursak.
Donnersmarck'in böyle bir projeyi tercih etmesinin başta şaşırtıcı gelmediğini söyleyemem, sonuçta sadece ve sadece başrollerindeki A sınıfı yıldızların isimleriyle pazarlanan bir Hollywood filmi bu, üstelik Sophie Marceu'nun başrolünde olduğu 2005 yapımı Fransız filmi Anthony Zimmer'ın yeniden çevrimi. Ama Donnersmarck'in ve Johnny Depp'in (aktörün filmografisi, oynayacağı filmleri ve rolleri seçerken ne kadar ince eleyip sık dokuduğu ortada) bir bildikleri vardı mutlaka. Böyle düşünüyor ve fena halde yanılıyordum The Tourist'i seyretmeye gitmeden işte. Zaman kaybı bu filmi izlemek; ne verdiğiniz paraya ne de dikkatinizi vermek için harcayacağınız çabaya değecek bir film. O kadar kötü ki, onu iç rahatlığıyla tanımlayacak bir sıfat bulamıyorum, o derece. Çok kötü. Çok çok çok kötü.
Konu kısaca şöyle: Elise isimli egzotik İngiliz hatun, milyonlarca euro kaçırma suçundan hem polis hem de mafya tarafından iki yıldır aranan Alexander Pearce isimli bir kanun kaçağının sevgilisidir. Etrafta adamın çılgın bir estetik ameliyatlar dizisiyle yüzünü baştan aşağı değiştirdiği söylentisi dolaşmaktadır. Polisler ve haber alma teşkilatları, Pearce'in onunla bağlantı kuracağı umuduyla, Elise'i sabah akşam izler. Nitekim beklenen olur, Pearce Elise'e Venedik'e giden şu şu trene binmesini, orada boyu posu kendisininkine yakın bir adamı seçip onunla yakınlık kurmasını, böylece polisleri o kişiye yönlendirmesini bildiren bir not gönderir. Sevgilisinin talimatlarına harfi harfine uyan hatun, utangaç, beceriksiz görünümlü bir matematik öğretmenini seçer kendine av olarak: Frank.


Kuşkusuz filmin en dikkat çekici tarafı, "Hollywood'un kral ve kraliçesi" olarak kabul edilen iki yıldız oyuncuyu biraraya getirmesi. Fakat ikilinin arasındaki kimya, karabiberle ahşap arasındaki kimya kadar. Üstelik ikisi de harcanmış bu filmde bana kalırsa. Jolie'nin oyunculuğuna pek ayılıp bayıldığım söylenemez, ama son örneğini Salt'ta gördüğümüz üzere, sert ajan hatun rollerine iyi gider kendisi. Burada ise tek yaptığı pahalı kıyafetler içinde salına salına yürümek. Ya Johnny Depp? Bir gün bunu düşünebileceğime inanmazdım ama, performansı çok zayıftı -belki de bu kadar kötü çizilmiş bir karakterle yapabileceğinin en iyisi budur, bilemiyorum. Üstelik tombik suratlı ve yaşlıydı, gözlerimiz azıcık bile bayram edemedi.
Aslında The Tourist'in satmaya çalıştığı iki şey var, sırasıyla 1- Angelina Jolie'nin ne muhteşem bir varlık olduğu, 2- Büyülü gösterilen bir Venedik'in, güzel otellerin, güzel insanların, güzel tuvaletlerin, güzel çantaların, güzel teknelerin, güzel yaşamın cazibesi. Birincisini yemedim, çünkü Jolie'nin sahte İngiliz aksanımsısına kafayı takmadığm zamanlarda seksen kat sürülmüş gibi gelen rujuyla dönse kırılacakmış hissi veren yirmiüç santimlik belinden gözlerimi alamıyordum. İkincisini ise başlarda yer gibi oldum, ama bir süre sonra filmin saçmalığı o kadar rahatsız edici bir seviyeye geldi ki, Venedik filan görecek halim kalmadı.
Anthony Zimmer kesinlikle kötü diyemeyeceğim bir filmdi. Pek çok kişiye hitap etmeyeceğini biliyorum, asla bir başyapıt sayılamayacağını da. Ama kendi türü içinde iyiydi ve bekleneni veriyordu: kısa süreliğine de olsa eğlendiriyor ve şaşırtıyordu. The Tourist içinse bunların hiçbiri geçerli değil. Aksiyon sahneleri berbat, yapış yapış romantizmi bir gıdım inandırıcılıktan fersah fersah uzak, temposu inanılmaz derecede düşük, senaryosu tutarsızlıklardan ve boşluklardan geçilmeyen, hikayesindeki sürprizler ve şaşırtmacaları saçmasapan bir film. Diyalogları şaka gibi, gerçekten şaka gibi, bu kadar amatörce yazılmış, derinliksiz, absürd diyaloglar topluluğu görmemiş olabilirim hayatım boyunca başka herhangi bir filmde. Ayrıca tek bir sahnede bile durmayan bir müziği var. Gerçekten. Bir saniye bile. Müzikler için iyi ya da kötü bir yorum yapamam; bu tarz filmler için bestelenecek score'lar bellidir sonuçta. Beni rahatsız eden tek bir saniye bile sessizliğe rastlayamamış olmak. İnanılmazdı. Donnersmarck, her karesinden güzellik fışkıran bir film yapmak istemiş belli, ancak bunu denerken diğer her şeyi, her şeyi ıskaladığı için, filmin tek silahı olan görsel güzelliği de karikatürize, yapay ve abartılı kalmış.
North by Northwest'i, To Catch a Thief'i, Pink Panther'i, The Thomas Crown Affair'i ve tabii ki en çok da Anthony Zimmer'ı alın, bir kazana atın. Pişirirken bolca karıştırın. Ortaya çıkan şey The Tourist olur demeyeceğim, ne münasebet. Karıştırmaya devam edin. Biraz kararsın, kömürleşsinler hatta. Boşaltın sonra kazanın içindekileri yere. Parmağınızı artık boşalmış kazanın içinde şöyle bir geçirin. Parmak ucunuza bulaşan hafif siyahlık, işte o The Tourist.
Donnersmarck'in böyle bir projeyi tercih etmesinin başta şaşırtıcı gelmediğini söyleyemem, sonuçta sadece ve sadece başrollerindeki A sınıfı yıldızların isimleriyle pazarlanan bir Hollywood filmi bu, üstelik Sophie Marceu'nun başrolünde olduğu 2005 yapımı Fransız filmi Anthony Zimmer'ın yeniden çevrimi. Ama Donnersmarck'in ve Johnny Depp'in (aktörün filmografisi, oynayacağı filmleri ve rolleri seçerken ne kadar ince eleyip sık dokuduğu ortada) bir bildikleri vardı mutlaka. Böyle düşünüyor ve fena halde yanılıyordum The Tourist'i seyretmeye gitmeden işte. Zaman kaybı bu filmi izlemek; ne verdiğiniz paraya ne de dikkatinizi vermek için harcayacağınız çabaya değecek bir film. O kadar kötü ki, onu iç rahatlığıyla tanımlayacak bir sıfat bulamıyorum, o derece. Çok kötü. Çok çok çok kötü.
Konu kısaca şöyle: Elise isimli egzotik İngiliz hatun, milyonlarca euro kaçırma suçundan hem polis hem de mafya tarafından iki yıldır aranan Alexander Pearce isimli bir kanun kaçağının sevgilisidir. Etrafta adamın çılgın bir estetik ameliyatlar dizisiyle yüzünü baştan aşağı değiştirdiği söylentisi dolaşmaktadır. Polisler ve haber alma teşkilatları, Pearce'in onunla bağlantı kuracağı umuduyla, Elise'i sabah akşam izler. Nitekim beklenen olur, Pearce Elise'e Venedik'e giden şu şu trene binmesini, orada boyu posu kendisininkine yakın bir adamı seçip onunla yakınlık kurmasını, böylece polisleri o kişiye yönlendirmesini bildiren bir not gönderir. Sevgilisinin talimatlarına harfi harfine uyan hatun, utangaç, beceriksiz görünümlü bir matematik öğretmenini seçer kendine av olarak: Frank.


Kuşkusuz filmin en dikkat çekici tarafı, "Hollywood'un kral ve kraliçesi" olarak kabul edilen iki yıldız oyuncuyu biraraya getirmesi. Fakat ikilinin arasındaki kimya, karabiberle ahşap arasındaki kimya kadar. Üstelik ikisi de harcanmış bu filmde bana kalırsa. Jolie'nin oyunculuğuna pek ayılıp bayıldığım söylenemez, ama son örneğini Salt'ta gördüğümüz üzere, sert ajan hatun rollerine iyi gider kendisi. Burada ise tek yaptığı pahalı kıyafetler içinde salına salına yürümek. Ya Johnny Depp? Bir gün bunu düşünebileceğime inanmazdım ama, performansı çok zayıftı -belki de bu kadar kötü çizilmiş bir karakterle yapabileceğinin en iyisi budur, bilemiyorum. Üstelik tombik suratlı ve yaşlıydı, gözlerimiz azıcık bile bayram edemedi.
Aslında The Tourist'in satmaya çalıştığı iki şey var, sırasıyla 1- Angelina Jolie'nin ne muhteşem bir varlık olduğu, 2- Büyülü gösterilen bir Venedik'in, güzel otellerin, güzel insanların, güzel tuvaletlerin, güzel çantaların, güzel teknelerin, güzel yaşamın cazibesi. Birincisini yemedim, çünkü Jolie'nin sahte İngiliz aksanımsısına kafayı takmadığm zamanlarda seksen kat sürülmüş gibi gelen rujuyla dönse kırılacakmış hissi veren yirmiüç santimlik belinden gözlerimi alamıyordum. İkincisini ise başlarda yer gibi oldum, ama bir süre sonra filmin saçmalığı o kadar rahatsız edici bir seviyeye geldi ki, Venedik filan görecek halim kalmadı.
Anthony Zimmer kesinlikle kötü diyemeyeceğim bir filmdi. Pek çok kişiye hitap etmeyeceğini biliyorum, asla bir başyapıt sayılamayacağını da. Ama kendi türü içinde iyiydi ve bekleneni veriyordu: kısa süreliğine de olsa eğlendiriyor ve şaşırtıyordu. The Tourist içinse bunların hiçbiri geçerli değil. Aksiyon sahneleri berbat, yapış yapış romantizmi bir gıdım inandırıcılıktan fersah fersah uzak, temposu inanılmaz derecede düşük, senaryosu tutarsızlıklardan ve boşluklardan geçilmeyen, hikayesindeki sürprizler ve şaşırtmacaları saçmasapan bir film. Diyalogları şaka gibi, gerçekten şaka gibi, bu kadar amatörce yazılmış, derinliksiz, absürd diyaloglar topluluğu görmemiş olabilirim hayatım boyunca başka herhangi bir filmde. Ayrıca tek bir sahnede bile durmayan bir müziği var. Gerçekten. Bir saniye bile. Müzikler için iyi ya da kötü bir yorum yapamam; bu tarz filmler için bestelenecek score'lar bellidir sonuçta. Beni rahatsız eden tek bir saniye bile sessizliğe rastlayamamış olmak. İnanılmazdı. Donnersmarck, her karesinden güzellik fışkıran bir film yapmak istemiş belli, ancak bunu denerken diğer her şeyi, her şeyi ıskaladığı için, filmin tek silahı olan görsel güzelliği de karikatürize, yapay ve abartılı kalmış.
North by Northwest'i, To Catch a Thief'i, Pink Panther'i, The Thomas Crown Affair'i ve tabii ki en çok da Anthony Zimmer'ı alın, bir kazana atın. Pişirirken bolca karıştırın. Ortaya çıkan şey The Tourist olur demeyeceğim, ne münasebet. Karıştırmaya devam edin. Biraz kararsın, kömürleşsinler hatta. Boşaltın sonra kazanın içindekileri yere. Parmağınızı artık boşalmış kazanın içinde şöyle bir geçirin. Parmak ucunuza bulaşan hafif siyahlık, işte o The Tourist.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder