
Anımsayacağımız gibi Katniss Ateşi Yakalamak'ın sonunda Açlık Oyunları'ndan ikinci kez sağ kurtulabilmiş, ama Peeta'nın Capitol'ün elinde olduğu, ayaklanmaların yayıldığı ve 12. mıntıkanın yanıp kül olduğu haberini almış, daha önce var olduğunu bilmediği 13. mıntıkaya gitmek üzere Haymitch, Gale ve diğerleriyle birlikte yola çıkmıştı. Alaycı Kuş'sa, kızımız 12. mıntıkanın kalıntıları (ki bu kalıntılara yanan insanların külleri de dahil) arasında dolaşırken başlıyor. Mıntıka halkının yüzde doksanı yaşamını yitirmiş, sağ kalanlar, halkın yetmiş beş yıl önceki savaşta Capitol tarafından yok edildiğini zannettiği ama aslında yeraltında koskoca bir toplumu barındıran 13. Mıntıka'ya yerleştirilmiş. 13'ün halkı Capitol'den bağımsız; savaşta Capitol'e karşı ayaklanmış ve nükleer güçleri nedeniyle kazanmışlar, şimdi de diğer mıntıkaların birleşip ayaklanması asıl planları. Panem'de bir iç savaş başlamak üzere.
Alaycı Kuş yavaş başlıyor; 26 bölümlük kitabın ilk 9 bölümü yani üçte biri tempoyu tutturamamış, fazla ağır gibi gelebilir bazı okuyuculara. Ama bir toparladı mı pir toparlıyor, Collins'in başlarda hantal kalan dili, karakterlerimizin acıları derinleştikçe ve keskinleştikçe gitgide daha iyiye gidiyor ve Alaycı Kuş, kalanını soluk almak için bile duraklamaktan korkarak okuyacağınız bir romana dönüşüyor.
Serinin ikinci kitabı, ilk kitabın formüllerini biraz fazlaca kopya etmesine karşın çok etkileyiciydi, ancak sonundan, Alaycı Kuş'un tamamen farklı bir şey olacağı anlaşılıyordu -ki bu da bana göre hem iyi, hem de kötü bir şeydi. Son kitapla birlikte Collins, ilk kitapları olağanüstü sürükleyici yapan fikirleri ve konuları, tamamen yeni ve başka bir bağlamda, derinleştirerek geri getirmeyi başarmış. Benim en çılgın beklentilerimi bile aşan bir kitap olmuş. Akıllardaki pek çok soru cevaplanmış ve Capitol'un korkunç yönetimi ve mıntıkalardaki halka yaşattıkları ilk iki kitapta olduğundan çok daha açık ve ayrıntılı bir şekilde masaya yatırılmış. Eser geneliyle Açlık Oyunları serisini beklenenden çok daha karanlık bir yöne sokmuş ve ortaya insanı düşünmeye teşvik eden, hatta içini acıtan bir roman çıkmış. Ben şahsen sonlarda bolca ağladım (öhöm) ve romanın bende bıraktığı karanlık hissi bir süre üzerimden atamadım. Belki distopik bir bilim kurgu Alaycı Kuş, ama gerçekten şu an üzerinde yaşadığımız dünyaya uzak şeyler mi söylüyor? İktidar istismarı üzerine, politik suçlulara yapılan işkence üzerine, binlerin hayatı için yüzlerce hayatın feda edilip edilmemesi üzerine, bazen savaştığınız tarafın da pek o kadar temiz olmayabileceğini idrak etmeniz üzerine bir dolu şey söylüyor. Doğrusu, çok doğru şeyler söylüyor.
Savaş neredeyse herkesi değiştirmiş, herkes kabuslar, fiziksel acılar ve yasla uğraşıyor, tümü hasara uğramış, en yakınlarını kaybetmiş, tarifsiz acılar çekmiş durumda. Aynı kalan tek karakter Haymitch belki de, ki onun durumunda, zarar zaten çoktan verilmiş, o da salacağı kadar salmış oluyor kendini. Ama diğerlerini gördükten sonra Haymitch'in ayyaşlığı zararsız, hatta gerekli bir kendi kendini tedavi yöntemi gibi gözükmeye başlıyor okurun gözüne kitabın sonlarında. Ana karakterlerimize bakacak olursak, Gale ilk iki kitapta kendini ailesinin bakımına ve Katniss'e adamıştı, bu kitapta savaşa adamış -hiçbir zaman Gale karakterine bayılmamış biri olarak, bu beni hiç rahatsız etmedi açıkçası. Katniss ve Peeta'nın, tabii ki özellikle Peeta'nın geçirdikleri değişim de inanılmaz, ama spoiler verip de okumayanların keyfini kaçırmamak adına daha fazla bahsetmeyeyim bundan.
Katniss'in sadece bir 'survivor'dan gerçek bir kahramana dönüşümünün okuyucuya klişelerden uzak ve hakikaten inanılır gelmesi, bana göre serinin en önemli başarılarından. Katniss çoğu zaman inatçı ve bencil, ama bıçak kemiğe dayandığında gerçek bir kahraman işte. Üstelik bu sonuncu kitapta dünyasını temelden etkileyecek kararları almasına izin verilmemesi, örneğin savaş planınında fikirlerinin bir öneminin olmaması (ne de olsa 17 yaşında bir kız o) ya da isyanın PR yüzü olduğu için asla gerçek çatışmaya gönderilmemesi acayip buruk, ama çok da gerçekçi olmuş ve kahramanımızı tipik süper-kahramanlardan farklılaştırıp insana yaklaştırmış. Sert ama incinebilir, bağımsız ama hasarlı ve ne kimliğini ne de gücünü bir erkeğe dayanarak tanımlayan Katniss Everdeen şu aralar favori roman-kahramanım.
Kitaptaki her bölüm okuyucuyu canevinden vurma cümleleriyle bitiyor; aynı anda hem merak ve beklenti yaratacak, hem de şok etkisi uyguluyacak vurucu bitişler ("Onu kalbinden vurdum", "Ve bomba patlayıp X'in bacaklarını havaya uçurdu", "Parmakları boynuma kilitlendi" gibi). Bu teknik başlarda hoş gelse de sayfalar ilerledikçe çıldırtıcı bir hal aldığını söylemem gerek, bölümlerin son sayfalarına geldiğimde gözlerimin istem dışı son satırlara kaymaması için ellerimle kapattığımı fark ettim mesela.
Savaşın, hatta politikanın çirkin yüzünü yatırıyor masaya Alaycı Kuş. Suzanne Collins, günümüz dünyasından askeri ayaklanmalar ve gerilla savaşlarıyla ilgili gerçekleri alıp onları kurgusal bir savaş romanına uyarlamış. Bu kitaba hakim olan asıl motif savaşın boktanlığı, bu nedenle Katniss-Gale-Peeta aşk üçgeni gölgede kalmış. İyi de olmuş; özgürlüğü ve hayatı için savaşan Katniss'in ilk sıraya aşkı koyması biraz saçma olurdu. Yine de kitapta bu meselenin yeri hiç yoktu demek değil bu tabii ki.
Genelde aşk üçgenlerinde kahramanın en sonunda kimi seçeceğine dair bir fikrimiz olur, ama Suzanne Collins ilk iki kitapta da, son kitabın sonlarına kadar da hiçbir ipucu vermemeyi başardı. Gale'le mi olacak Peeta'yla mı, hatta ikisini de bırakıp bu tarz romanların genel olarak hitap ettiği genç-yetişkin diye adlandırılan kitle için nefis bir örnek mi teşkil edecek (çünkü genelde anti-feminist oluyor ve kitabın sonunda mutlaka "mutlu olmak için bir kocanız, bir sürü de çocuğunuz olmalı" mesajını veriyor ilkgençlik kitapları. Twilight'a ve bir vampirden hamile kalıp 19 yaşında anne olan ana karakter Bella Swan'a bir bakın.) hiçbir fikrim yoktu. Sonuncunun olmasını kağıt üzerinde isterdim tabii de, ilk günden beri sıkı bir Peeta'cı olarak bu leziz karaktere olan hayranlığımdan vazgeçemiyordum.
Yazının devamı kitabın içeriğine dair bilgi içerecek, eğer Alaycı Kuş'u bitirmediyseniz bu bölümü atlayın. Son uyarı! Bolca spoiler!
Sonuca çocuklar gibi sevindiğimi hiç de utanmadan itiraf edebilirim. Katniss'in finalde ne Gale ne de Peeta'yla olması, tek başına ama mutlu kalması süper olurdu, Prim ölmeseydi şayet. Kendisine bir şey ifade eden, değer verdiği hemen herkesi kaybetti Katniss, kardeşini öldürüp bir de Peeta'yı alamazdı kızın elinden Collins. Peeta da ilk kitaptan beri aşk üçgenindeki favorimdi, hatta karakteri o kadar "iyi" buluyordum ki öleceğine emindim. Son kitapta bir anlamda öldü de, yokluğu (yani kafaca yokluğu) bana fena halde üzücü geldi, ama Collins'in bulduğu bu beyin yıkama yönteminin, karakteri öldürmeden öldürmek, hâlâ oradayken özletmek adına çok zekice olduğunu düşünüyorum. Peeta'nın Peeta'lığa dönüş sürecinin aşama aşama ve son derece inanılır şekilde verildiğini bir de.
Prim'ciğin ölüşü bir nevi çemberi tamamlayan hamle oldu ve bu seri için kusursuzdu bana göre. Her şeyi başlatan Prim'di, Katniss'in Prim'i kurtarmak istemesi, ama her şeyin sonunda, nihai olarak hiçbir şey Katniss'ten ya da Prim'den ibaret değildi. Korkunç bir hükümetin vatandaşlarına yaptıklarıyla ve halkın Capitol'e baş kaldırmasıyla ilgiliydi her şey günün sonunda.
Prim ve Finnick başta olmak üzere ölen karakterler, Katniss'in halkın gözünde bir kahramandan katil bir deliye dönüşmesi, aylarca bir hücrede kalması ve Katniss ile Peeta'nın vücutlarındaki birinci dereceden yanıklarla birer freak olarak yaşamaları çok hoşuma gitti açıkçası. Acımasız bir deli olduğumdan değil, bu gelişmeler bu tarz bir seride şimdiye dek pek seçilmemiş bir yol olduğu için. Böyle bir karanlık bu üçlemeye büyük dozda gerçekçilik kattığı için. Mutlu ama çok da hüzünlü bir son.
Son olarak, Coin'i öldürmeden hemen önce, Capitol hükümetindeki kilit adamların çocukları ve torunlarının katılacağı yeni bir Açlık Oyunları düzenlenmesi üzerine geçen toplantıda Katniss ve Haymitch'in verdiği evet oylarından kafanız karıştıysa (çünkü benim kafam ilk okuyuşumda kesinlikle karışmıştı), hemen bir aydınlatma: Katniss sadece Coin'in güvenini kazanarak onu geri püskürtüyordu, aksi takdirde Coin odadan çıkmasına dahi izin vermeden onu öldürürdü. Ve Haymitch, ta ilk kitaptan beri Katniss'le anlaşmak için sözcüklere ihtiyaç duymayan Haymitch bunu anlayarak ona destek çıktı. Katniss Prim'i ve diğer çocukları öldüren kişinin Snow değil de Coin olduğundan deli gibi şüphelense de, o noktaya kadar yüzde yüz emin olamazdı. İbret olsun diye son bir Açlık Oyunları düzenleme fikrinin Coin'dan çıktığını algılayınca (ki bunun için de Haymitch'le sessiz bir anlaşma ve hoş bir kelime oyunu yapıyorlar) tamamen emin oldu ve onu öldürmek için tek şansını kullanacağı anın planını yaptı. Collins'in seyircisinin zekasına, bunları açıklamayacak kadar saygı duyması müthiş bir şey bence. Bir de her şey olup bittikten sonra böyle bir Açlık Oyunları'nın asla yapılmadığı bilgisini verse pek şık olurmuş, ama tabii düşününce, bu olayın hemen ardından Katniss'in yarı deli bir ruh halinde hapsedildiği ve zaman mefhumunu yitirdiği dönem geldi. O yüzden, mantıklı.
Spoiler sonu! Yazının devamı güvenli :)
Tabii ki çevirisiyle ilgili de iki çift laf etmem gerek, özellikle ilk iki kitabın düzeltisini ilk yazıda nasıl yerden yere vurduğum düşünülürse. Öyle iyi bir çeviri beklemeyin; İngilizceden birebir çevrilen fakat bizim dilimizde hiçbir şey ifade etmediği için iğreti duran pek çok terim/kavram/söz öbeği var romanda. Sonra bir takım devamlılık hataları: İlk iki kitapta sürekli 'alaycıkuş' olarak geçen sözcüğün bu kitapta 'alaycı kuş' diye iki farklı kelimeye dönüşmüş olması, ya da yine ilk kitapta 'on ikinci mıntıka' olarak geçen dizinin son kitapta birden '12'ye dönüşmüş olması biraz rahatsız edici; ki bunlar nadiren değil, sürekli karşımıza çıkıyor. Alaycı Kuş'u yayınlayan yayınevi ve onun çizgisindeki yayınevleri bastıklarını edebiyat değil de az okuyan aptal insanların uçakta ya da tatilde okuyacağı çok-satan kitaplar olarak gördükleri için (ki gerçekten de iyi edebiyat sayılamaz yayın programlarındaki kitaplar ama konu bu değil, çerez kitaplar özeni hak etmiyor anlayışı şaka gibi) değil söz konusu yabancı dile, Türkçeye dahi doğru düzgün hakim olamayan "çevirmen"lerle çalışıyorlar sanırım, ki çok daha ucuza geliyordur böylesi. Ama ben garip bir şekilde kabullendim bunu böyle kitaplarda artık, cümle düşüklükleri ve imlâ hatalarıyla birlikte. Beni Açlık Oyunları ve Ateşi Yakalamak'ta çıldırtan, romanda kullanılan zamanın, çevrilip basıldıktan sonra baştan aşağı değiştirilmesiydi: yazar kitabında şimdiki zamanı kullanmış ve yayınevi de buna uygun çevirip basmış, ama sonra geçmiş zamanın daha iyi olacağına karar verip yeni baskıları değiştirmişlerdi. Fakat metni okumadan, cümlelerin sadece son kelimesine bakarak yapılmış gibiydi bu değiştirme işi; şimdiki zaman, şimdiki geçmiş zaman ve di'li geçmiş zamanın birbirine karıştığı, inanılmaz derecede rahatsız edici, berbat bir dili vardı ilk iki kitabın. İlk kitapları Türkçelerinden okuyup da beğenmediyseniz, bunun ana nedeni yayınevinin bu rezaletidir diyecek kadar bile ileri gidebilirim. Daha üç hafta önce çıkan son kitapta, doğal olarak, böyle bir sorun yok. Yani okur saçını başını yolmuyor. Küçük lütuflar için memnun olmayı da bilmeli.
Açlık Oyunları ve Ateşi Yakalamak'a hakim olan hava sürekli aksiyon ve ölüm tehlikeleriyle örülüyken, Alaycı Kuş daha bir yetişkin okuyucuya hitap edecek ve savaşın işleyişi, politika ve stratejilerle bezeli bir roman olmuş. Ben kendi adıma serinin her kitabını soluk bile almadan okudum, hatta son kitap çıkmadan birkaç gün önce tüm detayları anımsayabilmek için ilk iki kitabı tekrar okudum, ilk okuyuşumun üstünden altı ay bile geçmediği halde -demek ciddi ciddi bu serinin "fan"ı olmuşum. Tam da bu nedenle en güçlü halkanın hangi kitap olduğunu söyleyemiyorum, hepsi ayrı ayrı nefisti ve bir bütünü oluşturan parçalar gibiydiler zaten. Sonuç olarak son yıllarda yayınlanan en sürükleyici serilerden, en iyi distopik romanlardan biri Açlık Oyunları. Alaycı Kuş da serinin son halkası olarak olağanüstü etkileyici. Şimdiye dek okumadıysanız ve hafif ama akıcı, bağımlılık yapıcı distopik kitaplar hoşunuza gidiyorsa derhal okuyun derim.
Savaş neredeyse herkesi değiştirmiş, herkes kabuslar, fiziksel acılar ve yasla uğraşıyor, tümü hasara uğramış, en yakınlarını kaybetmiş, tarifsiz acılar çekmiş durumda. Aynı kalan tek karakter Haymitch belki de, ki onun durumunda, zarar zaten çoktan verilmiş, o da salacağı kadar salmış oluyor kendini. Ama diğerlerini gördükten sonra Haymitch'in ayyaşlığı zararsız, hatta gerekli bir kendi kendini tedavi yöntemi gibi gözükmeye başlıyor okurun gözüne kitabın sonlarında. Ana karakterlerimize bakacak olursak, Gale ilk iki kitapta kendini ailesinin bakımına ve Katniss'e adamıştı, bu kitapta savaşa adamış -hiçbir zaman Gale karakterine bayılmamış biri olarak, bu beni hiç rahatsız etmedi açıkçası. Katniss ve Peeta'nın, tabii ki özellikle Peeta'nın geçirdikleri değişim de inanılmaz, ama spoiler verip de okumayanların keyfini kaçırmamak adına daha fazla bahsetmeyeyim bundan.
Katniss'in sadece bir 'survivor'dan gerçek bir kahramana dönüşümünün okuyucuya klişelerden uzak ve hakikaten inanılır gelmesi, bana göre serinin en önemli başarılarından. Katniss çoğu zaman inatçı ve bencil, ama bıçak kemiğe dayandığında gerçek bir kahraman işte. Üstelik bu sonuncu kitapta dünyasını temelden etkileyecek kararları almasına izin verilmemesi, örneğin savaş planınında fikirlerinin bir öneminin olmaması (ne de olsa 17 yaşında bir kız o) ya da isyanın PR yüzü olduğu için asla gerçek çatışmaya gönderilmemesi acayip buruk, ama çok da gerçekçi olmuş ve kahramanımızı tipik süper-kahramanlardan farklılaştırıp insana yaklaştırmış. Sert ama incinebilir, bağımsız ama hasarlı ve ne kimliğini ne de gücünü bir erkeğe dayanarak tanımlayan Katniss Everdeen şu aralar favori roman-kahramanım.
Kitaptaki her bölüm okuyucuyu canevinden vurma cümleleriyle bitiyor; aynı anda hem merak ve beklenti yaratacak, hem de şok etkisi uyguluyacak vurucu bitişler ("Onu kalbinden vurdum", "Ve bomba patlayıp X'in bacaklarını havaya uçurdu", "Parmakları boynuma kilitlendi" gibi). Bu teknik başlarda hoş gelse de sayfalar ilerledikçe çıldırtıcı bir hal aldığını söylemem gerek, bölümlerin son sayfalarına geldiğimde gözlerimin istem dışı son satırlara kaymaması için ellerimle kapattığımı fark ettim mesela.
Savaşın, hatta politikanın çirkin yüzünü yatırıyor masaya Alaycı Kuş. Suzanne Collins, günümüz dünyasından askeri ayaklanmalar ve gerilla savaşlarıyla ilgili gerçekleri alıp onları kurgusal bir savaş romanına uyarlamış. Bu kitaba hakim olan asıl motif savaşın boktanlığı, bu nedenle Katniss-Gale-Peeta aşk üçgeni gölgede kalmış. İyi de olmuş; özgürlüğü ve hayatı için savaşan Katniss'in ilk sıraya aşkı koyması biraz saçma olurdu. Yine de kitapta bu meselenin yeri hiç yoktu demek değil bu tabii ki.
Genelde aşk üçgenlerinde kahramanın en sonunda kimi seçeceğine dair bir fikrimiz olur, ama Suzanne Collins ilk iki kitapta da, son kitabın sonlarına kadar da hiçbir ipucu vermemeyi başardı. Gale'le mi olacak Peeta'yla mı, hatta ikisini de bırakıp bu tarz romanların genel olarak hitap ettiği genç-yetişkin diye adlandırılan kitle için nefis bir örnek mi teşkil edecek (çünkü genelde anti-feminist oluyor ve kitabın sonunda mutlaka "mutlu olmak için bir kocanız, bir sürü de çocuğunuz olmalı" mesajını veriyor ilkgençlik kitapları. Twilight'a ve bir vampirden hamile kalıp 19 yaşında anne olan ana karakter Bella Swan'a bir bakın.) hiçbir fikrim yoktu. Sonuncunun olmasını kağıt üzerinde isterdim tabii de, ilk günden beri sıkı bir Peeta'cı olarak bu leziz karaktere olan hayranlığımdan vazgeçemiyordum.
Yazının devamı kitabın içeriğine dair bilgi içerecek, eğer Alaycı Kuş'u bitirmediyseniz bu bölümü atlayın. Son uyarı! Bolca spoiler!
Sonuca çocuklar gibi sevindiğimi hiç de utanmadan itiraf edebilirim. Katniss'in finalde ne Gale ne de Peeta'yla olması, tek başına ama mutlu kalması süper olurdu, Prim ölmeseydi şayet. Kendisine bir şey ifade eden, değer verdiği hemen herkesi kaybetti Katniss, kardeşini öldürüp bir de Peeta'yı alamazdı kızın elinden Collins. Peeta da ilk kitaptan beri aşk üçgenindeki favorimdi, hatta karakteri o kadar "iyi" buluyordum ki öleceğine emindim. Son kitapta bir anlamda öldü de, yokluğu (yani kafaca yokluğu) bana fena halde üzücü geldi, ama Collins'in bulduğu bu beyin yıkama yönteminin, karakteri öldürmeden öldürmek, hâlâ oradayken özletmek adına çok zekice olduğunu düşünüyorum. Peeta'nın Peeta'lığa dönüş sürecinin aşama aşama ve son derece inanılır şekilde verildiğini bir de.
Prim'ciğin ölüşü bir nevi çemberi tamamlayan hamle oldu ve bu seri için kusursuzdu bana göre. Her şeyi başlatan Prim'di, Katniss'in Prim'i kurtarmak istemesi, ama her şeyin sonunda, nihai olarak hiçbir şey Katniss'ten ya da Prim'den ibaret değildi. Korkunç bir hükümetin vatandaşlarına yaptıklarıyla ve halkın Capitol'e baş kaldırmasıyla ilgiliydi her şey günün sonunda.
Prim ve Finnick başta olmak üzere ölen karakterler, Katniss'in halkın gözünde bir kahramandan katil bir deliye dönüşmesi, aylarca bir hücrede kalması ve Katniss ile Peeta'nın vücutlarındaki birinci dereceden yanıklarla birer freak olarak yaşamaları çok hoşuma gitti açıkçası. Acımasız bir deli olduğumdan değil, bu gelişmeler bu tarz bir seride şimdiye dek pek seçilmemiş bir yol olduğu için. Böyle bir karanlık bu üçlemeye büyük dozda gerçekçilik kattığı için. Mutlu ama çok da hüzünlü bir son.
Son olarak, Coin'i öldürmeden hemen önce, Capitol hükümetindeki kilit adamların çocukları ve torunlarının katılacağı yeni bir Açlık Oyunları düzenlenmesi üzerine geçen toplantıda Katniss ve Haymitch'in verdiği evet oylarından kafanız karıştıysa (çünkü benim kafam ilk okuyuşumda kesinlikle karışmıştı), hemen bir aydınlatma: Katniss sadece Coin'in güvenini kazanarak onu geri püskürtüyordu, aksi takdirde Coin odadan çıkmasına dahi izin vermeden onu öldürürdü. Ve Haymitch, ta ilk kitaptan beri Katniss'le anlaşmak için sözcüklere ihtiyaç duymayan Haymitch bunu anlayarak ona destek çıktı. Katniss Prim'i ve diğer çocukları öldüren kişinin Snow değil de Coin olduğundan deli gibi şüphelense de, o noktaya kadar yüzde yüz emin olamazdı. İbret olsun diye son bir Açlık Oyunları düzenleme fikrinin Coin'dan çıktığını algılayınca (ki bunun için de Haymitch'le sessiz bir anlaşma ve hoş bir kelime oyunu yapıyorlar) tamamen emin oldu ve onu öldürmek için tek şansını kullanacağı anın planını yaptı. Collins'in seyircisinin zekasına, bunları açıklamayacak kadar saygı duyması müthiş bir şey bence. Bir de her şey olup bittikten sonra böyle bir Açlık Oyunları'nın asla yapılmadığı bilgisini verse pek şık olurmuş, ama tabii düşününce, bu olayın hemen ardından Katniss'in yarı deli bir ruh halinde hapsedildiği ve zaman mefhumunu yitirdiği dönem geldi. O yüzden, mantıklı.
Spoiler sonu! Yazının devamı güvenli :)
Tabii ki çevirisiyle ilgili de iki çift laf etmem gerek, özellikle ilk iki kitabın düzeltisini ilk yazıda nasıl yerden yere vurduğum düşünülürse. Öyle iyi bir çeviri beklemeyin; İngilizceden birebir çevrilen fakat bizim dilimizde hiçbir şey ifade etmediği için iğreti duran pek çok terim/kavram/söz öbeği var romanda. Sonra bir takım devamlılık hataları: İlk iki kitapta sürekli 'alaycıkuş' olarak geçen sözcüğün bu kitapta 'alaycı kuş' diye iki farklı kelimeye dönüşmüş olması, ya da yine ilk kitapta 'on ikinci mıntıka' olarak geçen dizinin son kitapta birden '12'ye dönüşmüş olması biraz rahatsız edici; ki bunlar nadiren değil, sürekli karşımıza çıkıyor. Alaycı Kuş'u yayınlayan yayınevi ve onun çizgisindeki yayınevleri bastıklarını edebiyat değil de az okuyan aptal insanların uçakta ya da tatilde okuyacağı çok-satan kitaplar olarak gördükleri için (ki gerçekten de iyi edebiyat sayılamaz yayın programlarındaki kitaplar ama konu bu değil, çerez kitaplar özeni hak etmiyor anlayışı şaka gibi) değil söz konusu yabancı dile, Türkçeye dahi doğru düzgün hakim olamayan "çevirmen"lerle çalışıyorlar sanırım, ki çok daha ucuza geliyordur böylesi. Ama ben garip bir şekilde kabullendim bunu böyle kitaplarda artık, cümle düşüklükleri ve imlâ hatalarıyla birlikte. Beni Açlık Oyunları ve Ateşi Yakalamak'ta çıldırtan, romanda kullanılan zamanın, çevrilip basıldıktan sonra baştan aşağı değiştirilmesiydi: yazar kitabında şimdiki zamanı kullanmış ve yayınevi de buna uygun çevirip basmış, ama sonra geçmiş zamanın daha iyi olacağına karar verip yeni baskıları değiştirmişlerdi. Fakat metni okumadan, cümlelerin sadece son kelimesine bakarak yapılmış gibiydi bu değiştirme işi; şimdiki zaman, şimdiki geçmiş zaman ve di'li geçmiş zamanın birbirine karıştığı, inanılmaz derecede rahatsız edici, berbat bir dili vardı ilk iki kitabın. İlk kitapları Türkçelerinden okuyup da beğenmediyseniz, bunun ana nedeni yayınevinin bu rezaletidir diyecek kadar bile ileri gidebilirim. Daha üç hafta önce çıkan son kitapta, doğal olarak, böyle bir sorun yok. Yani okur saçını başını yolmuyor. Küçük lütuflar için memnun olmayı da bilmeli.
Açlık Oyunları ve Ateşi Yakalamak'a hakim olan hava sürekli aksiyon ve ölüm tehlikeleriyle örülüyken, Alaycı Kuş daha bir yetişkin okuyucuya hitap edecek ve savaşın işleyişi, politika ve stratejilerle bezeli bir roman olmuş. Ben kendi adıma serinin her kitabını soluk bile almadan okudum, hatta son kitap çıkmadan birkaç gün önce tüm detayları anımsayabilmek için ilk iki kitabı tekrar okudum, ilk okuyuşumun üstünden altı ay bile geçmediği halde -demek ciddi ciddi bu serinin "fan"ı olmuşum. Tam da bu nedenle en güçlü halkanın hangi kitap olduğunu söyleyemiyorum, hepsi ayrı ayrı nefisti ve bir bütünü oluşturan parçalar gibiydiler zaten. Sonuç olarak son yıllarda yayınlanan en sürükleyici serilerden, en iyi distopik romanlardan biri Açlık Oyunları. Alaycı Kuş da serinin son halkası olarak olağanüstü etkileyici. Şimdiye dek okumadıysanız ve hafif ama akıcı, bağımlılık yapıcı distopik kitaplar hoşunuza gidiyorsa derhal okuyun derim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder