10 Mart 2011 Perşembe

Harry Potter ve Melez Prens


Harry Potter yazıları -özellikle blogger'ın sansürlenmesi üzerine sitenin trafiğinin büyük kısmını yitirince- pek içimden gelmez oldu, ama yazı serisini öyle ya da böyle tamamlamadığım sürece iç huzuru bulamayacağım (!) da bir gerçek, bu yüzden son iki kitabı bu hafta yazayım bitsin diyorum. (Önceki yazılara göre biraz kısa ve baştan savma gelebilir, uyarmış olayım.)

Harry'nin Hogwarts'taki altıncı yılına odaklanan Melez Prens, bir önceki kitaba göre çok daha aydınlık bir atmosferde geçiyor. Bakanlık ve büyücü dünyası artık Voldy'nin döndüğünü -el mahkum- kabul ediyor, Bakanlık Zümrüdüanka'daki gibi Hogwarts'a müdahele edemiyor ve hiçkimse de Harry'e çatlak muamelesi yapmıyor. Tersine, hemen herkes onun seçilmiş kişi olduğuna inanıyor gibi. Tüm bunlar, Harry'nin etrafındaki herkese sürekli bağırıp çağırmasıyla kendini gösteren "ergenlik bunalımı"nın geçip gitmesiyle birleştiğinde, Melez Prens'teki Harry çok daha sevilesi bir karakter, kitap da çok daha aydınlık oluyor. Elbette Sirius'un ölümü Harry'i çok sarsmış, ama biraz büyümesine de neden olmuş sanki.

Quidditch takım kaptanı olan, Voldemort'tan defalarca kaçmasına artık herkesin inanması sonucu etrafında kendisine hayran bir sürü kız bulan, üstelik bu sömestr Dumby ile birlikte Voldy'nin geçmişine doğru özel yolculuklara çıkacak olmanın heyecanıyla yerinde duramayan Harry'yi, belki Snape'in Karanlık Sanatlara Karşı Savunma dersinin hocalığına getirilmiş olması biraz etkiliyor, biraz da Malfoy'un feci derecede kuşku uyandırıcı davranışları. Şimdi hapiste olan Lucius Malfoy'un Ölüm Yiyen'lerin çemberindeki eski yerini -reşit bile olmayan- oğlunun aldığına inanan Harry, Hermione ve Ron'un onu aksine ikna etme yönündeki çabalarına rağmen kafasını Malfoy'un ne yaptığıyla ve Çapulcu haritasında görünmediği zamanlar nereye gittiğiyle bozuyor.

Melez-Prens lakaplı kim olduğu belirsiz birinin sahip olduğu eski bir 6. Sınıflar için Temel İksir kitabı Harry'nin eline geçince, kitaba kargacık burgacık bir el yazısıyla yazılmış talimatlar sayesinde Harry, şimdiye kadar arasının hiç hoş olmadığı İksir dersinde birden parlayan yıldız haline geliyor. Fakat kitapta sadece İksir dersine ait notlar değil, Melez Prens'in yarattığı, Hermione'nin hiç mi hiç onaylamadığı büyüler de var.

Bir de aşk meşk ilişkileri var tabii. Bu kitapta Ron, Hermione ve Harry'nin aşk hayatlarına bana kalırsa biraz fazlaca değiniyor Rowling, yine de mizah yönü çok güçlü bölümler bunlar. Her şeyden önemlisi, 6. kitap, Voldemort hakkında en çok bilgiye ulaştığımız, karakterinin neredeyse gözümüzün önünde ete kemiğe bürünecek kadar güçlendiği kitap. Voldemort'un geçmişiyle, daha Voldemort olmadan önceki haliyle, hatta doğumundan dahi öncesiyle, annesi ve babasıyla ilgili çok şey öğreniyoruz. Bir de Harry'ye yönelttiği öldüren lanet geri teptiğinde nasıl olup da hayatta kalabildiğini tabii.

Melez Prens'in filmine gelince... Önceki yazılarda olduğu gibi filmi yerden yere vurup, en ince ayrıntısına kadar didik didik etmeyeceğim bu sefer. Uzun uzun yazabilecek bir şeylerim de yok açıkçası. Nedeni çok basit: 6. kitabın filmi, 6. kitabın filmi değil. Harry Potter and the Half-Blood Prince, artık bir roman uyarlaması olmaktan çıkmış, tamamen bağımsız bir şey olmuş. Bir uyarlama olduğunu unutmayı başararak izlerseniz hoş vakit geçirip filmi beğenmeniz mümkün; komik olması için konulmuş ama komik olmayan aptalca espriler ve yapış yapış teenage romantikliklerini görmezden gelirseniz, iyi bir film olduğunu düşünebilirsiniz bile. Sinematografi harika, setler ve mekanlar olağanüstü, yönetmenlik de 4. ve 5. filmlerle karşılaştırıldığında hiç fena değil. Benim derdim senaryoyla: Ateş Kadehi ve Zümrüdüanka'nın uyarlamalarında en büyük şikayetim, hikayeden ne kadar çok şeyin atıldığı olmuştu, artık bu filmdeyse hikayeden "atılan" bir şeylerden bahsetmek mümkün değil çünkü hikayede kalan bir şey yok. Daha önce öykünün yüzde 80'i ve özü atılarak kalan saçmasapan, basitlikler silsilesi bölümlerden bir film çıkarılmaya çalışılınıyordu, bu seferse kalem kağıt almış ve baştan, bambaşka bir "şey" yazmış sanki senarist. Film karanlık başlıyor başlamasına, ama 10. dakikada, sadece üçlünün aşk hayatına odaklanmasıyla yok olup gidiyor bu atmosfer de. Niçin hikayede hayatî önemi olan Voldemort tarih derslerinin yüzde 90'ı yok da, bir türlü bitmek bilmeyen aşk meşk ilişkileri var bu filmde, bu soru beni aşıyor. Son sahnede kesilip biçilerek parmak kadar kalmış, o parmak kadar kalan kısım da değiştirilerek bambaşka bir şeye dönüştürülmüş Hogwarts savaşına değinmeyi ise yüreğim kaldırmayacak. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder